1. GİRİŞ
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne göre “İklim değişikliği”, karşılaştırabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan değişiklik olarak tanımlanmaktadır.
İklim sistemi, atmosfer, kara yüzeyleri, kar ve buz, okyanuslar ve diğer su kütleleri ile canlıları kapsayan karmaşık ve etkileşimli bir sistemdir. Bu sistem, zaman içinde, kendi iç dinamiklerinin etkisi altında veya dış etmenlerdeki (zorlamalar olarak adlandırılmaktadır) değişikliklere bağlı olarak yavaş yavaş değişim göstermektedir. Bu değişimlere ek olarak, fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazı birikimlerindeki hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda yerkürenin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışı ile iklim değişikliği meydana gelmektedir.
İklim değişikliği hâlihazırda tüm dünyada ekosistemler, ekonomik sektörler ve insan sağlığı üzerinde farklı boyutlarda bir dizi etkiyi beraberinde getirmiştir. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Raporunda sera gazı emisyonları bugün en aza indirilebilse dahi, iklim değişikliğinin kaçınılmaz etkileriyle karşı karşıya kalmaya uzun bir süre devam edileceği vurgulanmaktadır. IPCC raporlarına göre iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri Akdeniz Havzası’dır ve Türkiye bu bölgede yer almaktadır. Türkiye, bulunduğu konum itibari ile iklim değişikliği kaynaklı kuraklık, sel, aşırı hava olayları gibi afetlerden hali hazırda etkilenmekte olup gelecekte de bu afetlere karşı Türkiye’nin kırılganlığının artacağı öngörülmektedir.[1] Bu etkiler ile mücadele etmek ve etkileri yönetebilmek için bu alanda strateji ve politikaların güçlendirilmesi ve uygulanması için iklim değişikliğine uyumun, birçok alanda (tarım, gıda, su, halk sağlığı, turizm, afet, sigorta, altyapı, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem, enerji, finans, kentleşme, ulaşım, sanayi, göç, sosyal kalkınma gibi) ve düzeyde ele alınması ile mümkündür. Ulusal, bölgesel, il ve ilçe düzeyindeki uyum çalışmaları etkileri en aza indirmenin önemli unsurlarıdır.
IPCC, iklim değişikliğine uyumu, “Doğal veya insan sistemlerinin gerçek veya beklenen iklimsel uyarıcılara veya etkilerine yanıt olarak yapılan ayarlamalar” olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda, İklim Değişikliği Uyum Hibe Programı (CCAGP), Türkiye’de iklim değişikliğine uyum eylemlerinin yerel ve bölgesel düzeyde uygulanmasını desteklemektedir. CCAGP’nin amacı, Türkiye’de toplulukların direncini artırmak, doğal kaynakları ve ekosistemleri korumak ve kırılgan sosyal grupların, şehirlerin ve ekonomik sektörlerin uyum kapasitesini geliştirmektir.
Bu proje, Ankara ili Polatlı ilçesi için bir İklim Değişikliği Uyum Eylem Planı geliştirmeyi hedeflemektedir. Plan, temel ekonomik sektörleri kapsayacak ve vatandaşların iklim değişikliğine uyumunu artıracak önlemler önerecektir. Proje, CCAGP’nin küresel amacıyla uyumludur ve Polatlı’daki toplulukların ve temel ekonomik sektörlerin iklim değişikliğine karşı direncini artırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, proje, cinsiyet eşitliği ve dezavantajlı grupların güçlendirilmesi gibi unsurlara odaklanarak iyi yönetişimi geliştirmeyi ve iklim değişikliğine uyumu yerel düzeyde yaygınlaştırmayı hedeflemektedir.
İklim değişikliği, dünya genelinde ekosistemler, ekonomik faaliyetler ve insan sağlığı üzerinde çeşitli ve çok yönlü etkiler yaratmıştır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC, 2022)’nin 6. Değerlendirme Raporu (AR6)’ya göre, sera gazı emisyonlarının bugün itibarıyla en düşük seviyelere çekilmesi durumunda bile, iklim değişikliğinin kaçınılmaz sonuçlarıyla uzun yıllar boyunca karşı karşıya kalınacağı ifade edilmektedir (ÇŞİDB, 2023).
İklim değişikliği, küresel boyutta meydana gelen ancak etkileri yerel düzeye kadar inen önemli bir dönüşüm sürecidir. Hem çevresel hem de ekonomik ve sosyal alanlarda çeşitli konularda önemli değişimlere yol açmaktadır (ABB, 2022). Sanayi Devrimi’nden bu yana, özellikle fosil yakıt kullanımı nedeniyle insan faaliyetlerinden kaynaklanan karbondioksit salınımlarının, okyanuslar ve ormanlar gibi doğal karbon yutaklarının absorbe edebileceği kapasitenin çok ötesine geçtiği kanıtlanmıştır. İklim biliminin açıkça ortaya koyduğu bu kritik durum, dünyayı konuya daha fazla odaklanmaya ve şehirleri harekete geçmeye zorlamıştır. Yerel yönetimler, bireylerin yaşam kalitesi ve sağlıklarını doğrudan etkileyen bu soruna giderek daha fazla müdahil olmaktadır. Hükümetlerin karar alma süreçlerinden farklı olarak, yerel yönetimlerin bölgesel sorunlara daha etkili çözümler üretebilmesi ve süreç yönetiminde yerel bilgilerini avantaj haline getirmesi, iklim değişikliği ile mücadelede onların rolünü kritik hale getirmiştir. 20. yüzyılın yılların başından itibaren yerel yönetimler, oluşturdukları birlikler ve koalisyonlar aracılığıyla, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) bağlamında ileriye yönelik hedefler koyarak bu mücadelede etkin bir şekilde yer alabileceklerini kanıtlamışlardır (SECAP, 2022).
İklim değişikliği, yalnızca çevresel bir fenomen değil, aynı zamanda insan yaşamının her yönünü etkileyen karmaşık bir risk olgusudur. Risk, IPCC AR6 çerçevesinde, bir sistemin iklimle ilişkili tehlikelerden (örneğin, sıcak hava dalgaları, sel, kuraklık) etkilenme olasılığı ve bu etkilerin potansiyel sonuçları olarak tanımlanır. Bu bağlamda iklim değişikliği, insan ve doğal sistemlerin kırılgan noktalarını açığa çıkaran ve mevcut sosyal, ekonomik ve çevresel dengeleri tehdit eden çok boyutlu bir risk faktörüdür.
Riskin tanımında üç temel unsur dikkat çeker: (1) Tehlike (Hazard): İklim değişikliğinden kaynaklanan potansiyel olaylar veya süreçler/ eğilimler (örneğin, artan sıcaklıklar, deniz seviyesinin yükselmesi, fırtınalar, kuraklık, sıcak hava dalgaları); (2) Maruziyet (Exposure): Tehlikelere açık olan insanlar, ekosistemler ya da altyapı unsurları; ve (3) Etkilenebilirlik (Vulnerability): Sistemlerin tehlikelere karşı gösterdiği kırılganlık ve etkilenme derecesi. Maruz kalan unsurların zarar görme eğilimi, duyarlılığı ve uyum sağlama kapasitesine bağlıdır.
Bu unsurların bir araya gelmesi, belirli bir bölge veya topluluk için risk profilini şekillendirir. Polatlı gibi tarıma dayalı ekonomilerde, bu riskler özellikle kuraklık, su kaynaklarının azalması ve aşırı hava olayları gibi sorunlar etrafında yoğunlaşır. Örneğin, kuraklık Polatlı’nın tarım sektörünü doğrudan etkileyerek hem ekonomik kayıplara yol açar, hem de yerel gıda güvenliğini tehlikeye atar.
İklim değişikliği ile mücadelede risk yönetimi, yalnızca bu tehlikelerin azaltılmasına yönelik önlemlerle sınırlı değildir; aynı zamanda uyum sağlama kapasitesinin artırılması ve uzun vadeli dirençlilik stratejilerinin geliştirilmesini içerir. IPCC AR6, risk yönetimini, bilimsel verilerle desteklenen, çok sektörlü ve çok paydaşlı bir süreç olarak tanımlar. Bu süreçte, tehlikeleri belirlemek, etkilenebilirlikleri analiz etmek ve maruziyeti azaltmak için uyum stratejileri geliştirmek temel hedeflerdir.
Polatlı için hazırlanan bu İklim Değişikliği Uyum Eylem Planı, bölgenin özgün risklerini anlamayı ve bu risklere karşı bütüncül bir yönetim yaklaşımı geliştirmeyi amaçlamaktadır. Plan, yalnızca çevresel etkileri değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik ve kültürel boyutları da kapsayan entegre bir vizyon sunmaktadır. Bu yaklaşım, iklim değişikliğinin belirsizliklerini (uncertainty) yönetmek ve yerel toplulukların daha dirençli bir geleceğe hazırlanmasını sağlamak için kritik bir adımdır.
Sonuç olarak, riskin doğru bir şekilde tanımlanması ve yönetilmesi, Polatlı’nın sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmasında ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı daha dayanıklı bir toplum oluşturulmasında önemli bir rol oynayacaktır. Bu rapor, bilimsel temellerle desteklenen bir uyum planı sunarak bu hedeflere ulaşmayı amaçlamaktadır.